Nakışlı beyaz gömlekteki frambuaz lekesi

İnsan türüne has bir problem, çocuğuna zorla yemek yedirmek. Diğer canlılar bu işi gayet problemsiz hallediyorlar ve çocuğum zayıf diye de üzülmüyorlar herhalde? O halde biz nerede yanlış yapıyoruz?

Çocuğum yemiyor diye üzülen anneler, elinde tabak çocuğunun peşinde koşanlar, hadi ye şeker verecemler, son bir kaşık kaldıcılar, ohoo liste böyle uzayıp gider. Anne olarak en büyük görevimiz yemek yedirmekmiş gibi bu konuyu çok dert ederiz. Biz çabaladıkça inat edip yemeyen çocuklar, tek çeşit beslenenler, kraker, kek, makarnacılar ortaya çıkar. Biz habire etrafımızdakilere “yemiyor ya, ne yapsam yemiyor” diye anlatırken, oralarda bi yerlerde bunu duyan çocuk “evet ya ben yemiyorum, yemeyeceğim de.” diye içselleştirir.

Kişilik oluşumunun temel taşlarından biri de yemek yemeyi nasıl öğrendiği. Yemek =Mutluluk ve sorunsuz devam eden kişilik gelişimi. Belki de bazı problemlerin temelinde yemek yemeyi nasıl öğrendiğimiz yatıyor.

 

6. aydan itibaren neyi ne kadar yemesine kendi karar veren çocuk, masada seçimlerine müdahale edilmeyen çocuk, yediklerine dokunan, hisseden, eline alıp inceleyen çocukta yemek ile ilgili sıkıntı yaşanmıyor. Bu konu ile ilgili uzman görüşleri mevcut. Bu yöntemin bir de adı var kısaca BLW (baby led weaning, kendi kendini besleme). Obezite ve yeme bozukluklarının önüne geçebilecek bir yöntem.

Anneliğimin ilk yıllarında kızım 6 aylık olunca bu konuyu kendi çapımda araştırmış ek gıdaya öyle başlamıştım, okumuş anne olmak da bunu gerektirirdi :). Kendi çevremin tecrübelerinden farklı bir şey yapmalıydım. Fakat kafamda oturmayan bir çok şey vardı. BLW’yi (kendi kendini besleme) okumuş iyice araştırmış fakat nasıl olacağını anlayamamıştım. Bebek kendisi nasıl yiyecekti, nasıl doyacaktı? İşte işin ilk püf noktası burasıymış, bebeğin ilk zamanlarda doymaya değil, keşfetmeye ihtiyacı varmış. Bebeğin ne kadar yediği değil, ne yediği önemliymiş.

IMG_6581

Bir heyecan başladık ek gıdaya, aman Allahım bu nasıl bir dönem yok organiğini ara, yok en iyisini yedir felan. Organik olayına bir şey diyemeyeceğim, o benim zayıf noktam. Çocukluğu büyükbabasının yaylalarında geçmiş ben için doğal dedin mi akan sular durur. Neyse başladık BLW’ye, işin felsefesini kavrayamadığım için kızımın önüne koyduğum yemeği dayanamayıp kendim yediriyor, onun brokoliyi, patatesi mıncıklayıp atmasına, yerlere dökmesine ve buna rağmen ağzına bir lokma girmeyişine dayanamıyordum. Çünkü benim için yemek oyun değildi. Kendi kendine yemek yiyen bebekleri izliyor, yazıları tekrar tekrar okuyor fakat pratikte aynı sabrı gösteremiyordum.

Meğer yemek yemeyi öğretmek bir oyunmuş, eğlenceli olmalıymış ve bebek ne yediğini hissetmeli, ezmeli, dökmeliymiş ve bana göre annelik şimdi başlıyormuş. 6 aylık bir bebeğin ana gıdası hala anne sütüyken, ve hatta bir yaşına kadar anne sütü olmalıyken, yemiyor diye dert etmek gereksiz bir stresmiş. Hatta o dönem gittiğimiz bir akşam gezmesinde, ikramlıklardan kızıma vermediğimi gören diğer misafir arkadaş “en iyi yöntem annelerimizin yöntemi, yedirsene şunlardan yazık” dedi buna rağmen yedirmemiştim. Kısırı ve profiterolü nasıl yedirirdim, bu doğal anneliğime hakaretti.

IMG_6581.JPG

Serde hem Türk analığı hem de mükemmeliyetçi bir yapı olunca kendimce ve netten bakarak belirlediğim yemek miktarını, o öğünde o bebek yiyecek, sevecek, üstü hiç kirlenmeyecek, yerken iştahlı olacak, güle oynaya löp löp yutacaktı. Tıpkı reklamlardaki gibi, anne mutlu bebek mutlu olacaktı, olmadı…

İlk başlardaki bu katı tavırlar ileride, çocuğun ben de dünyada varım diye kendisini hissettirmeye başladığı 1,5- 2 yaş dönemlerinde yeme problemlerine, seçme, reddetme, sadece tek çeşit yeme, aç kalma pahasına da olsa yemeği istememe gibi sonuçlara sebep oluyormuş. Bir de işin sağlıklı olanı seçme kısmı var. Ama bir saniye bu konuda kendimi tebrik edebilirim, en az 2 yaşına kadar abur- cuburu tanımayan, çöp gıda denileni tatmayan çocuklarım var, 3. çocuğa gelene kadar tabi. 3. çocuk anneliğin kitabını yeniden yazdırıyor.

Nasıl yapacağımı bilemediğim o dönemlerde durumu Avusturyalı yaşlı, tecrübeli çocuk doktorumuza, “çocuğuma sağlıklı yeme alışkanlığını nasıl kazandırmalıyım” diye sorduğumda, cevaben “hayata hiçbir zaman at gözlükleriyle bakma, anne olarak sana düşen masaya sağlıklı öğünler çıkarmak, çocuk dışarda istediği kadar sağlıksız şeylerle karşılaşsın, onun için ana unsur evdeki yemektir”. Altın niteliğinde bu öğüdü unutmam mümkün değil. Çocuk eğitiminin felsefesi de bu değil mi zaten, çocuk her anlamda evde gördüğü ile büyüyor, yetişiyor, dış etkenler evin kapısını kapatmakla dışarıda kalıyor.

Gittiğimiz bir ev gezmesinde beyaz unlu poğaça yedi diye üzüldüğüm kızım, müthiş bir yemek seçici olarak karşımda bugün. O, bir yaşındayken yaz tatilinde Türkiye’de bol bol yedirdiğim semizotları, bayılarak yediği beyaz unlu poğaçanın zararını gidermiştir diye teselli oluyorum. Hatta müthiş bir sebze seçici olan kızıma küçükken ne kadar çok brokoli, semizotu, avakado yedirdiğimi anlatıp, kendimce ondan öç alıyorum. Hatta videolarını açıp “aa bak bak burda nasıl da brokoli yiyorsun”, diyerek. Faydası oluyor mu, hayır. Çünkü yemeği seçmesine izin vermedim, doydum dese de “o tabak bitecek” dedim. Ben hatamı kabul ediyorum, akıllandım ben yandım siz yanmayın. Verin önlerine döksün, yesin ne yaparsa yapsın. Peki 2 ve 3 numaralı çocuklarım nasıl, onları da yazacağım ama kısa bir ipucu vereyim yiyorlar :)) bir anne daha ne ister ki?

Gelenekten kopmamakta, arada anne sözü dinlemekte fayda var aslında, annem “biz çocukla sofraya oturur, herşeyden az az verirdik” diye anlatır. Ben “ama nasıl, tuzlu ve salçalı mı?” diye kendi tarzımı koyarım ortaya. Bu tarz konular her yaz bizim anne, teyze çevresinde tartışılır. Onlar “şimdiki gençler nasıl yapıyor, biz anlamıyoruz” diyerek, biz çok bilmiş yeni nesle bilgilerini aktaramamaktan yakınırlar. Benim olmadığım bir ortamda, daha 1 yaşındaki kızıma bisküvi verip, “yazık çocuk ama nasıl da yedi” diye gülerek anlatan teyzemin yöntemini de onaylamıyorum, ama tatlı bir anı olarak gülümseyerek anlatıyorum.

Yemekte müdahale edilmeyen, istediğinden istediği kadarını yiyen, bazen yemeyip sadece oynayan, inceleyen, dokunan, hisseden, koklayan çocuk ileride hiç problemsiz daha önceden tadını bile bilmediği şeyleri dahi yiyormuş. Bu işin adı yemek yedirmek değil, yemeği sevdirmek olmalıymış. İlk zamanlarda kirlenen masalar, sandalyeler, yerler sonra mutluluk olarak geri dönecekmiş. Bunları devam eden annelik yolculuğumda öğrendim.

 

Seçim sizin, kirlenen ama temizlenebilen yerler ve buna mukabil kendince yemeğini yiyen çocuk mu? Yoksa elinizde tabakla çocuğunuzun peşinden koşmak mı?Gittiğiniz gezmede yiyecek bir şey bulamayan çocuk mu, yoksa giydirdiğiniz nakışlı beyaz gömleğini kendi başına yediği tatlının frambuaz sosuyla lekeleyen çocuk mu?

Not: Gömleği dün normal deterjanla yıkadım, bütün lekeler gitmiş, mucize :))

3 Comments

Add Yours →

Bir yanıt yazın


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.