Çocuklar fıtraten cesaretli, meraklı, denemeye, soru sormaya açık olarak dünyaya gelirler. Cevabını alana kadar soru sormak ya da oynadığı oyunu saatlerce oynayabilmek fıtratı bozulmamış çocuklara has bir durum. Onların içlerinde var olan bu fıtrattan gelen duygularını biz ebeveynler ya yok ederiz ya da geliştirip kendisi olmasına vesile oluruz. Kendi olabilen çocuklar mutlu, huzurludurlar. Sonra bu çocuklar geleceği inşa eden, kaliteli bireyler olurlar.
Çocuğu geliştiren; erken yaşlardan itibaren giyiminde, yemesinde, içmesinde, oyununda seçim hakkı tanınan çocuklardır. Hiç cesaret ettirilmeyen, ne yapması gerektiğine kendi başına karar veremeyen çocukların bazı devreleri gelişmiyor. Acıkıp doyduğunu bile bilemeyen annesi söyleyen, sürekli annesinin yönlendirmeleriyle sen acıktın yemek ye, sen üşüdün şunu giy, şunu yap, şununla oyna gibi durumlarda olan çocukların beyinlerinde bu devreler gelişmiyor. Kendi haline hiç bırakılmamış, kendi adına söz hakkı tanınmamış çocukların karar verme, uygulama, cesaret etme yetileri gelişmiyor. 12-13 yaşına kadar hiç insiyatif verilmemiş çocuklar hayata cesaret edemiyorlar.
Sürekli kurgulanmış, planlanmış oyunlara maruz bırakılan çocuklarda beyin tam gelişmesi gerektiği gibi gelişmiyor. Kurallarını çocuğun belirlediği, süresini, sürecini kendisinin belirlediği oyunlar çocuğu geliştiriyor ve bu dünya ile iletişime geçmesini sağlıyor. Oyun çocuğun dünya ile interaksiyona geçme yoludur. Çocuk özgürce oyun oynamalı, kurallarını kendisi koymalı ve saatlerini oyunla geçirmelidir.
Yukarıdaki ifadeler Prof. Dr. Sinan Canan’a ait. 7 yıl önce anneliğimin ilk yıllarında sosyal medyada gördüğüm aktiviteci annelere özenip kızımı bilmeden nasıl da yönlendirip iyi anne olmaya çalışmışım, gereksiz yere. Neyse ki bu durum uzun sürmedi çünkü kimse halinden memnun değildi. Daha sonra kuralsız gönlümüzce oynamaya, yaşamaya devam ettik. Çevremde aktivite için kendisini paralayan anneleri gördükçe hafifçe “ya aslında bunlara çok da gerek yok, en iyisi serbest oyun” demeye başladım. Fakat bu anneler öyle olmasına o kadar çok inandırılmışlardı ki, aktivite yapmayan diğer annelere de, kendilerini kötü hissetmelerine sebep oluyorlardı.
Ezberletmeye o kadar çok meraklıyız ki, neyi ne için öğrendiğini, nasıl kullanacağını bilemeyen, hazırcı ve düşünemeyen bir insan modeli oluşturuyoruz. Öyle karışık ki her yer, sakinliğe, dinginliğe yer yok. Oysa çocuklarımızla çimenlere uzanıp saatlerce gökyüzünü seyretsek, yağan yağmurun altında ıslansak ya da bir sonbahar sabahı hışır hışır yaprakların üzerinde yürüsek. Dinlenir mi ruhlarımız? Romantiklik olsun diye veya süslü cümleler kurayım da afili bir şeyler yazmış olayım diye söylemiyorum bunları. Ciddiyim hem de çok. Sakın gökyüzüne bakarken bilgi dayatmaya kalkmayın, çocuk sorarsa sorduğu ölçüde cevaplayın. Yaprağı avucunun içine alıp hissetsin, hatta siz de alın. İşte gerçek hayat bu.
7 yıllık annelik yolculuğumda çocuk ve oyundan öğrendiğim; bırak kendini çocuğa… Aktivite yapılmıyor olması çocukla ilgilenilmediği anlamına gelmiyor. Benim tek yapabildiğim çocuğu hayatın içine dahil etmeye çalışmak, onunla yaşamak, her ne iş yapıyorsam yanıma gelirse yaptığım işi onunla birlikte yapmak. Ya da illa ona bir meşguliyet bulmak değil amacım, bazen de canı sıkılsın, kendi haline kalsın. Hatta şöyle bir yazı okumuştum, bütün “aha buldum” sonucu kendi halinde olma veya can sıkıntılarının ardından geliyormuş. Keşif ruhunu öldüren bir ebeveynlik istemiyorum.
Aile terapisti Danimarkalı yazar Jesper Juul diyor ki ” Sıkıntı iç dengenin anahtarıdır. Hangi yaşta olursanız olun. Sıkıntı sonrası yaratıcılığınızı keşfedersiniz. Yaratıcılık bize kendimizi hissetme, kendimizi tanıma, kendimizi ifade etme ve gerçekleştirme alanı sunar. Zaman zaman sıkılan çocuklar, sosyal becerilerini artıran büyük bir iç huzur hissedeceklerdir. Çocuğunuz size gelip, “çook sıkıldım” diyorsa ona sarılın ve deyin ki ” Tebrikler dostum, şimdi ne yapacağını görmek istiyorum.”
Bunları okuduktan sonra “ohh bee çok da yanlış yapmıyormuşum” diye sevindim. Bizdeki dialoglar şöyle oluyor genellikle “sıkıldım, şimdi ne yapacağım” o an beni bir stres basıyor, cevaben “ne yapmak istiyorsan onu yap” kızımı çok sinirlendiren bir cevap bu. Annem de bize “Sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz” derdi.
Yine bu yolculukta öğrendiğim, çocuğun tek ihtiyacı, yaşamın temel kodları olan iki duygu; sevgi ve ilgi. Sevgi; koşulsuz sevgi, ilgi çocuğun istediği, ihtiyaç duyduğu kadar. Bu iki duyguya hayatının ilk yıllarında doyan çocuk için hayatta açılmayacak kapı yoktur diye inanıyorum. Yoksa daha konuşamayan çocuğa renkleri öğretmeye çalışmak çocuğun çocukluğunu çalmaktır.
Kitabına göre çocuk yetiştirilmez, gerekmedikçe de kuralına göre oyun oynanmaz diye düşünüyorum.
Not: Kitabına göre yetiştirme konusunu ayrıca ele alacağım.
Son yorumlar