Bir Turşu Kurma Hikayesi

Çocukların kendileri olmalarını engelleyen, çocukluklarını yaşayamadıkları her türlü ebeveynlik tarzı, çocukları mahvediyor. Başarı diye bir şeyin peşinde onları koruyor, hayatlarını planlıyor, onlar adına karar veriyor ve yönlendiriyoruz.

Önümüze bir yapılacaklar listesi koymuşuz ve bu doğrultuda ilerliyoruz. Küçükken “yedir, içir”, “neyi nasıl” yapması gerektiğini söyle, “sürekli kontrol et”, büyüyünce de “nasihat et”, aman kendi haline bırakma. Ebeveynliği yapılacaklar listesini doldurmakla görevli olduğunu sanıyoruz. Listeden sonra sıra mükemmelliğe geldi. Çocuklarımızdan hep mükemmellik bekledik, daha yürümeye başlarken bile, “hiç sendelemeden yürüdü” diye övündük, “çişini hemen öğrendi” diye gururla anlattık. Yürümesiyle başladı müdahelelerimiz, onun için yürüteç aldık, bir şeye ulaşması gerekecek biz uzanıp verdik. Kendisini aşıp, geliştirmesi gereken her alana elimizi attık. Yemek yemeye başladı “şunu ye, bunu ye” giyecek “şunu giy, terledin çıkar, üşüdün giy” dedik. Çocuğun düşünmeye ihtiyacı kalmadı, birileri onun adına herşeye karar verip yapıyordu zaten. Aşırı koruma, aşırı yönlendirme, aşırı yardım, aşırı tutumlarımızla öz güvenlerini geliştirme şansları kalmadı. Bir insanın bütün yaptıklarından önce öz güven gelir, eğer bir insandan bunu alırsanız diğer yaptıklarının bir önemi kalmaz ve aslında hayatta başarı dediğimiz şeyi hiç elde etmiş olamaz. Öz güven; kişinin kendi deneyimlerinin sonucunu gördükçe gelişir. Kendi elleriyle yaptıklarının sonucunu görmek öz güveni pekiştirir. Bu en temel hayati değeri elinizden aldığınız insan çocuğu, emir almadan iş yapamayan insan robotuna dönüşür.

En kaliteli çocuğu yetiştireceğiz diye günlerini proglamladık, özgüvenin temel taşı olan serbest oyuna hiç vakit kalmadı. Başladı hayat koşturmalarımız, Planlanan programlara giderken de yolda çocuk tarafından bir arıza çıksa, hemen azarlamaya ve  “ben sizin için şunu yapıyorum da, şu yaptığına bak” vs gibi, çocuğu mümkün olduğunca ezme, aşağılama gibi stres halleri başladı. Burdan özgüvene bir eksi yazalım.

Onların mutluluğu için yapıyoruz ya bunları. Okuldan eve geldiklerinde ilk sorduğumuz şey ödevleri ve aldığı notlar oldu. İyi not almışsa “aferin benim yavruma, harikasın” gibi övgüler dizdik ama kötü notu varsa “çabuk odana”, “tabii boş boş oturursan çalışmazsan olacağı bu işte” gibi hemen yargıladık. Onlar da çoğu zaman bizi mutlu etmenin yolunun iyi notlardan geçtiğini düşünerek çalıştılar derslerine. Burdan da yaz bir eksi özgüven eksikliğine ve kalitesiz bireye adım adıma.

en sevdikleri iş kendi söküklerini dikmek

İlkokul bol ödevle, sınavlara hazırlanmakla geçiyor sonra ortaokul ve lise. En iyi üniversiteye gidebilmenin telaşı başlar. Ve liseyi bitirmiş her gencin yüzünde bir umutsuzluk, bir depresif hal oluşur. Kendinden beklenilen performansı sergileyememişse omuzları düşer, güvenini kaybeder.

Bizim için mühim olansa akraba ve arkadaş çevremizde bizi onurlandıracak, gururlandıracak “şu üniversiteyi kazandı”, “felanca okulda okuyacak”, doktor, öğretmen, mühendis olacak” diyebileceğimiz bir evlat yetiştirmek. En büyük hedefimiz bu. Başka yönleriyle hiç ilgilenmeyiz, ki önemi de yoktur zaten. Mühim olan toplum içinde gurur verici, elde tutulacak övünülecek bir duruma çocuklarımızın sahip olması.

Her zaman söylediğim gibi burda da anlatmak istediğim çocuklarımızla ilgilenmeyelim, bırakalım ne yaparlarsa yapsınlar değil. Ben de çocuklarımın en iyi yerlere gelmelerini isterim, fakat bunun için takip ettiğim metodlar önemli. Burda onu anlatmaya çalışıyorum. Sadece başarısıyla, notlarıyla ilgilenilen çocuk, istemediği kurslara gönderilen, serbest oyuna zamanı kalmayan çocuklar daha yüksek hedefler için daha az motive olacaklardır. Yani istediğimizin tersi olacaktır.

Hedefimiz sağlıklı çocukluk, mutlu bireyler ve özgüvenli gelecekse formül şu: daha çok sevgi ve ev işleri. Evet yanlış yazmadım ev işleri. Saçma gibi değil mi? Ama çok basit ve gerçek. Herşey o basitlikte saklı. Bunu ben demiyorum, çok şükür ki bunun araştırması yapılmış, yani elimde uzman görüşleri mevcut :)). Harvard Grant Study’ nin yaptığı bir araştırmaya göre “Çocuklarımız için istediğimiz hayattaki profesyonel başarı, çocukken yaptıkları ev işlerinden geçiyor. Ne kadar erken ev işlerine yardımcı olurlarsa o kadar iyi. Evde yapılması gereken tonlarca iş var ve bu yardımlaşmayla kısa sürede hallediliyor. Küçük yaşta buna alışan insan ileride “çabamı bütünün düzeltilmesine vereceğim” diyen bir kafa yapısı ve bu da sizi hayatta, iş yerinde zirvelere taşıyan durum” oluyor.

Son yıllarda Türkiye’ de sınavları birincilikle kazanan çocuklara bakın, genelde Anadolu’ nun köylerinde çobanlık yapanlar değil mi?

Ev işleri gibi en basit ayrıntıyı es geçtiğimizde iş hayatında ve gerçek hayatta “kim yardım edecek veya şu işi kim yapabilir” denildiğinde dışarıdan emir bekleyen, emir almadan yapamayan insanlar ortaya çıkıyor.

Bir başka avantajı da ne okursa okusun, ne olursa olsun küçükken yapmış olduğu işler insanın yeteneklerini geliştiriyor. Mesela çocukluğunda odun kırmasına izin verilmemiş, ” aa boşversene ilerde odun mu kıracak, hadi git dersine çalış” mantığı o çocuğun gelişmesine bir engel. “Okuyor çocuğum, bunlara vakti yok” diye en temel bilgilerden mahrum bırakılıyor, öğretilmiyor. Annesi turşu kurarken yardımcı olmayan gençler, “okuyoruz ya, hazır alırız, bunlarla vakit kaybedemem” düşüncesiyle ne kadar yeteneklerini kısırlaştırdıklarının farkında değiller. Sanki hayatta bizi kurtaracak şey sadece okuduklarımızmış gibi bir algı var bizim toplumda. Annelerimizin yaptığı her türlü el emeklerini basite alma, kendi öz değerlerini bu kadar hunharca yabana atma. Başka milletlerde yoktur herhalde böyle durumlar. Ayrıca “okuyor” dediğimiz olay da ezberden başka bir şey değil. Robot gibi bir nesil çıkıyor ortaya. En basit el işlerini, yemek vs bile yapamayan bir nesil. Bu mantığı anlayamıyorum gerçekten, elle yapılan herşeyi basite alan, öğrenmek istemeyen mantığı. Anneler sanmayın ki o yardıma çağırmadığınız, “ders çalışıyor yavrum” diye bıraktığınız, kıyamadığınız yavrularınız saatlerce ders çalışıyorlar. Sizin bıraktığınız her boşluğu dolduracak binlerce gereksiz şey var onların ellerinde. Ben burda şunu demiyorum, “çocuklarınıza saygı duymadan, sürekli çalıştırın” vs bu değil anlatmak istediğim. Bir çocuk dersine de çalışmalı, kitabını da okumalı ama aynı zamanda, mesela atıyorum bulaşıkta yıkamalı, yatağını toplamalı, yumurta kırmalı, sarma sarmalı, yufka açmalı, salça yapmalı, odun kırmalı, soba, ateş yakmalı, alışverişe gitmeli… gibi Bu durumlar bulunduğunuz bölgeye göre değişir. Herşeyini ayağına götürdüğünüz, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmediğiniz, kölesi gibi davrandığınız çocuğunuza asla yardım etmiş olmuyorsunuz bilakis elinden tüm yeteneklerini çalıyorsunuz. İyilik değil hayat adına ona kötülük yapmış oluyorsunuz.

İnsan öyle bir canlı ki, kendi elleriyle yaptığı, deneyimlediği herşey onu geliştiriyor, zihni o ölçüde gelişiyor. 1,5 yaşındaki çocuğunuzu hayatınıza dahil etmeye başlarsanız, o çocuk hem mutlu hem de becerileri gelişmiş olur. Çocukluk sadece çizgi film izlemek, yemek içmek değildir.

Şimdi nasıl mı yapacağız:

Bunun için extra bilgi, uzman desteğine gerek felan yok. İşin özü şu; çocuğu hayatımıza dahil edeceğiz. Siz mutfakta yemek yaparken ayağıma dolaşmasın diye eline tablet vermeyeceksiniz mesela. Mutfakta yaşına göre görevler vereceksiniz, inanın tahmin ettiğinizden daha çok şeyi yapacaklardır. Masaya tabakları taşıma, sebze meyve yıkama, birlikte hamur yoğurma, poğaçanın üzerine yumurta sürme (en sevdikleri iş), çamaşır katlama, asma gibi örnekler küçükler için, büyükler için de mesela ilkokul çağındaki çocuğunuz pilav, makarna, yumurta kırma gibi işleri yapabilir. Sadece mutfakla sınırlı değil işler, ev içinde, bağda, bahçede de yardım edebilirler. Yardımcı olmalarını isterken tabi ki çocuğun haklarını da gözeterek, çocuk olduğunu unutmayacağız. Eskiler “gördüğün banaysa öğrendiğin kendine” derlermiş, tüm yazdıklarımı özetleyen bir atasözü.

Popüler olana bayılıyoruz hatta çocuğumuzu o tarz okullara göndermek için servet ödüyoruz ama işin en basit mantığını kavrayamıyoruz. Mesela son yıllarda oldukça popüler olan Montessorie yöntemi tamamen işleri çocuğun yapması üzerinedir. Maria Montessorie gözlemlediği çocuklardaki zihinsel eksikliğin pedagojik olduğunu söyler. “Bana kendi kendime yapmayı öğret” Montessorie eğitim metodunun temel görüşüdür.

Okuyor, ders çalışıyor diye masa başında bırakılan çocuklarımızın aslında yetenekleri gelişmiyor. Hayat tek yönlü ilerleyemez. Herkesin yetenekleriyle diğerine fark attığı bir Dünya’da sadece klasik sınavlara hazırlanmış, geçmiş, üretemeyen ve sadece emirle iş yapan tipler yetiştiririz. Dünya’ nın başka yerlerinde araba lastiğini bile kendisi değiştiren kadınlar, erkekler, yemek yapan erkekler, kadınlar yetişirken biz turşu, salça, el işi, vs gibi en temel değerlerimizden uzak çocuk büyütmeye kalkarsak Dünya’yı bir kaç adım geriden takip etmiş oluruz. (Bu sadece bir örnek, herkes araba lastiği değiştirmeyi becermek zorunda değil.)

Hiç anne, baba, eş, arkadaş, insan olmayacakmış gibi sadece sınav için yaşarsa çocuklarımız karşılarına çıkan her yeni rolde bocalayacaklardır. 

Yıllar yıllar önce serin bir eylül gününde annemle bahçede turşu kuruyoruz. Misafirimiz geldi, misafirin kızı beni turşu kurarken görünce kendince aşağılayarak “ooo ev hanımı mı olacaksın Hadiye, turşu kuruyorsun” dedi. Sınav sonuçları da yeni açıklanmış, o da üniversite sınavını yeni kazanmıştı. İşte mantığımız, hayata bakışımız böyle dar olursa turşu kuran biri, annesine yardım eden birisi bizim için sıradan, basit olur. Hem turşu kurmayı, hem de ev hanımlığını basite alan bu zihniyette nesiller yetiştirmeyelim. Hadi kolları sıvayalım daha çok yeteneklerine yatırım yapan, öz değerlerine saygılı, sahip çıkan nesiller yetiştirelim. Sonuç hepimiz için daha hayırlı olacak…

Üniversitenin yerlerini silerken :))

“Hayatta mutlu ve başarılı olmak için en büyük marka okullara gitmek zorunda değilsiniz, mutlu ve başarılı insanlar sıradan devlet okuluna gittiler hatta bazen okulu bıraktılar, adı duyulmamış bir üniversiteye gittiler.” Julia Lytcott-Haims

Hatta turşu kuran o kızlar yurt dışında bile okudu,. Her yaz gitti salça ve turşu kurdu ve bu onu çok mutlu etti ediyor da. Şimdiki hedefleri arasında da imkanlar dahilinde kendi çocuklarına turşu, salça, el işleri, ev işleri, bağ, bahçe işleri öğretmek var.

 

Bu yazıma ilham olan, konuyla ilgili Ted konuşmasını muhakkak dinleyin.

Aşırı ebeveynlik yapmadan başarılı çocuk nasıl yetiştirilir? (Julie Lythcott-Haims | TED Talks Live)

 

 

4 Comments

Add Yours →

Evet, inş bize emanet edilen yavrularımızın ruhlarını yok etmeden, içlerindeki enerjiyi tüketmeden yolculuğumuza devam ederiz…

Bir cevap yazın